14 Nisan 2014 Pazartesi

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 015

ÜSTÜME YAZMAK - YOKLUĞUNUN KANADI DEĞDİ

Nevzat Eren ve Orhan Köksal’ın değerli anılarına
Umur Gürsoy
70.    DostoyevskiBudala” isimli romanında kahramanını şöyle konuşturur: ''...bu inancımın ölüme mahkum oluşumla hiç ilgisi yok. Mutluluktan ne anladıklarını sorun insanlara! İnanın bana Kolomb, Amerika'yı bulduktan sonra değil, onu bulurken mutluydu. Mutluluğunun doruk anı, belki yeni dünya'yı bulmazdan üç gün öncesiydi; ayaklanan mürettebatın umutsuzluk içinde geminin burnunu gerisin geri Avrupa'ya çevirmek üzere oldukları an! Burada sorun elbette yeni dünya değil, yerin dibine batsın yeni dünya! Kolomb zaten onu görmeden, hatta bir şey bulup bulmadığını anlamadan öldü. Sorun, hayattır; yalnızca hayat; hayatın kendisi, hayatı sürekli ve sonsuz bir biçimde bulma süreci... Onu bulup, sonra da buldum diye noktayı koymak değil.''
Halk sağlığına konan engeller hayata karşı ölümün yengisini ilan etmekle eşdeğerdir. “Kimsenin halk sağlığına engel koyduğu yok!” diyenler, engellerin ne olduğunu bilmeyen ve bilip de tartışmayanlardır.
71.  Yazma dürtüm Yerel Seçim sonuçlarıyla bir kez daha kayboldu. Kendime bulduğum bütün yazma nedenlerimi ve bahanelerimi (kendim için yazmak dışında) kaybettim; küstüm. Bütün yazmama nedenlerim depreşti. Benim ki varoluşsal bir Vu-vei’ye uyuyor galiba; biraz kayın ağacı, biraz da Rus Yazgıcılığı!
Göstergebilimci, denemeci ve eleştirmen Roland Bartes, son büyük yapıtı “Romanın Hazırlanışı-II, İstek Olarak Yapıt[1]’da ‘Yazma Arzusu’nu da irdelerken ‘Yazmayanlar’ alt başlığında şunları yazar:
“… Şimdi izninizle, bu “kendini beğenmişliği” sürdürecek ve kendi “yazar” duygularımdan (yani kendini “ yazar” olma konumuna oturtan öznenin duygularından) söz edeceğim. Yaşamım bir biçimde Yazma olayına ayrılmıştır, yazma zamanımın, gücümün olması konusunda hep kaygılıyımdır; kaygılıyımdır = arzuluyumdur ve yazmayı başaramazsam kendimi suçlu hissederim. Oysa çoğu kez şu ürkünç (şizoyit) duyguya da sahip olurum: Çevremde, birçok kimsenin, özellikle dostlarımın, aslında meslekleri gereği yazmaya zaman ayırabilecekleri halde, kendilerine bir takım meşguliyetler bulduklarını, eğlendiklerini, kısaca zamanlarını yazmadan, yazmayı düşünmeden, ya da yaşamlarının niteliğine yazma olgusunu henüz katmadan geçirdiklerini, hem de çoğu kez çok iyi geçirdiklerini görüyor ve bu durum karşısında da şaşkından daha beter oluyor, anlayışsız hale geliyorum. Zamanını neyle geçireceklerini, hangi zamana doğru yönelebileceklerini anlamıyorum. Bu tuhaf alışkanlığın (mani’nin) belirtisi sayılabilecek bir donukluk bu bendeki; benim için, yazma olgusunun karşıtı basit bir olumsallık olamaz: Ben bunu Felsefe Yapma olarak kabul edebilir, görebilirim. Bu anlayışsızlığın (ya da saflığın) bir başka biçimi de, Okumak ile Yazmak’ın diyalektiğinden söz ederken sıyrıldığım şu soruda yatar: Eğer Yazmak, Okumak’tan geliyorsa, ve aralarında zorlayıcı bir ilişki varsa, insan yazmak zorunda olmadan nasıl okuyabilir? Ya da bir başka deyişle şu ürkünç soruyu sorabiliriz: Nasıl olur da yazardan çok daha fazla okur var olabilir? İnsan nasıl olur da yazma olayına hiç geçmeden okumaktan mutlu olabilir, kendini yalnızca büyük bir Okuma Sever olarak oluşturabilir? Duygularını bastırma mıdır bu? Yanıt veremem; yalnızca şunu biliyorum ki, bu bende bir çeşit ısrarlı soru haline geldi: Aslında, her zaman okurlara, yani yazmayan okurlara sahip olduğum için hep şaşkınlık içindeyim. İletişimsizliğin özünü oluşturan hep aynı soruyu soruyorum. İletişimsizliğin nedeniyse, “ileti”nin aktarılmıyor olmasında değil de başkasının arzusunu nasıl anlamalı? (bu arzuyla-bu hazla nasıl özdeşleşmeli?) sorusunda yatıyor. Hoşgörünün (anlamadığımız arzuyu anlıyor gibi yapmak) örttüğü bir soru türüdür bu.”
“Yazma arzusu olmama”yı yukarıdaki gibi “Yazmayanlar” başlığında ile inceleyen Barthes, “Yazmamak Nedir?” sorusunu irdelelemeyle devam eder ve Yazmamak’ı sınıflandırır:
“Madem ki Yazmak burada Arzu olarak, Tutku olarak ele alındı (yazma olayından söz etmeye böyle başlamıştım), bu Arzu’nun, bu Tutku’nun kopması ya da duraklaması ilkesini ortaya koymak gerekir-başka deyişle, Bir Karşı-Yazmak ve bir Yazmak- Yokluğu, bir Para-grafi (arzu’yu, yazmak olayından başka yere saptırmak) ya da bir A-grafi (Tutku’ya egemen olmak ya da onu bitkin düşürmek, Bilgeliğe girmek; çünkü Yazmak uysal bir şey değildir) olasılıklarının bulunduğunu da belirtmek gerekir” der ve “Bazen üzerimden Yazmak- Yokluğu’nun kanadının geçtiğini hissederim… Demek ki burada, gerçeği söylemek gerekirse, hiç sormadığımız şu şaşırtıcı soruyu sormamız gerekir (öteki şaşırtıcı soruyu, “İnsan nasıl olur da yazmaz?” sorusunu daha önce tartışmıştık): İnsan yazmayı nasıl bırakabilir?.. İki durum ileri süreceğim: 1) Arzunun sapması (Yazma etkinliğini kesme-tam olarak kopma); 2) Arzu’nun Arzu olarak tartışma konusu yapılması (Aylaklık-Arzu’nun isteyerek durdurulmasına bağlı olarak yazmanın bırakılması).” diye devam eder:
Barthes, oldukça karışık ve anlaması zor bir anlatım (seminer konuşmasına bilinçli olarak sonradan müdahale etmeksizin metin haline ge(tiri)lmesi nedeniyle bence) tarzı kullanarak Arzunun sapmasında, yazma arzusunun Rimbaud’da olduğu gibi, başka bir arzuya ‘seyahat arzusu’na yenilmesi ve yazmayı tam olarak kesme, artık hiçbir şey yazmama söz konusu olduğunu söyler. Aylaklığa giden yol ise birkaç tanedir: a) Bilmek (“Diyalektik olarak dinginlik olasılığını, yani libido-yokluğu olasılığını açar.” der); b) Ufak tefek işler yapma (brikolaj); c) Hiçbir şey yapmama (Diyalektiksel olarak hiçbir şey yapmamanın görünür kılınmasının “deyim yerindeyse etkin bir amblemi” olan dinsel amaç dışı teşbih çekme örneğini verir); d) Vu-vei (Hareket-Yokluğu)(Vu-vei, “amaçsız olma”, “niyet yokluğu” demektir.
Vu-vei’nin üç biçiminden söz eder: “1) Doğuya özgü Vu-vei: “Bu tür gösterişsiz edilgenlik (pasiflik) durumu”,  her türlü şiddet ve rekabet arzusundan uzaktır (Böyle olunca da yazmak elbette son derece olanaksızlaşır)… 2) İkinci olarak, daha farklı bir anlayışla, radikal ve ontolojik (varoluşsal-UG) olan, fantazması da bu yolla yapılan (Yazmak’a karşı: fantazmaya karşı fantazma) Doğa’dan söz edebiliriz”…. Heidegger’den bir alıntıyla “Yeryüzünün gizli yasası, olasının çemberi içindeki her şeyin doğumu ve ölümüyle yetinen ölçülülükte saklıdır; her şey kendini bu çembere uyarlar ve hiçbir şey onu tanımaz. Kayın ağacı hiçbir zaman kendi olasılık çizgisini aşmaz…” diye devam eden Barthes “àYazmak (istek, büyük yorgunluklar, aşınmalar, çeşitlemeler, kaprisler, çeşitli yapay düzenlemeler, kısaca Olanaksız-Olan) ile Aylaklık (Doğa, Olasının Çemberi içindeki gelişme---hassaslık) arasındaki Çatışma’nın en iyi betimlenmesi de kanımca burada verilmiştir.” der, ve devam ederek “İnsan yazmayı nasıl bırakabilir?” sorusuna noktayı koyar: “3) Üçüncü Vu-vei örneği: Nietzsche kendini anlatır (Ecce Homo): Hınç’ı (Papaz-Tipi tepkili güç), bir sıkıntıya, bir engele, bir hastalığa benzetir: “Her çeşit hınçtan uzak olmak<…> Hasta olmak da bir tür hınçtır. -Buna karşı hastanın bir tek büyük ilacı bulunur- Rus Yazgıcılığı diye adlandırdığım bir şey vardır: Başkaldırının bulunmadığı bu yazgıcı anlayışa göre, bir Rus askeri, savaşın çok sert geçeceğini görürse, karın üzerine uzanır. Hiçbir şey yutmamak (gerçek ve mecazi anlamda) à hiç tepki vermemek <…>, bir tür kış uykusuna yatma isteği <…> Hiçbir şey sizi bunun heyecanlarından daha çabuk tüketemez <…> Buddha’nın bu derin fizyolojisinin çok iyi anlatmış olduğu gibi bir şeydir bu…” àDoğa ile uyum içinde kalan üstün, aşkın Edilgenlik: Buddhacı olmaktan çok Tao’cu bir anlayış à Bu elbette Kötülüğe karşılık vermeme gibi güçlü bir ahlak anlayışı gerektirir; buna da Tolstoy’da rastlarız (günümüz dünyasıysa böyle bir şeye hazır değildir; en azından böyle diyebiliriz. Bizler Hınç’ın Genel Çağı içindeyiz: Yani Papazların, Ayetullahların, Siyaset Ahlakçılarının Çağındayız.”
(Barthes’dan yapılan alıntıların noktalamaları ve italik vurgular yazarına aittir).
15 Nisan 2014





[1] Barthes, R. “Romanı Hazırlanışı-2 (İstek Olarak Yapıt – Proust ve Fotoğraf)”, Çev. Mehmet Rifat, Sel Yayıncılık, 2010.

11 Şubat 2014 Salı

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 014 (9 Şubat Dünya Sigara Bırakma Günü Özel)

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 014 (9 Şubat Dünya Sigara Bırakma Günü Özel)
03 Şubat 1928 tarihinde doğan hocaların hocası rahmetli hocam Prof. Dr. Rahmi Dirican’ın değerli anısına”
Umur Gürsoy
61.    “Giving up smoking is the easiest thing in the world. I known because I’ve done it thousands of times.”
“Sigarayı bırakmak dünyanın en kolay şeyidir. Kendimden biliyorum, çünkü bunu binlerce kez yaptım.”
Mark Twain
Emre Kongar’ın Aydan Çelik’e verdiği ve Abbott Vizyon Dergisi’nin Ocak 2003 tarihli Sayısında kısaltılarak yayınlanan söyleşinin tamamı’ndan (bkz. http://www.kongar.org/Aydan_Celik_ile_soylesi.php):
Aydan Çelik … Sizinle ilgili olarak hafızamı harekete geçirdiğimde şöyle bir şey hatırlıyorum: Seksenli yılların başı. Üniversite'den henüz ayrılmamışsınız. Ankara'da Zafer Çarşısı'nda, görünümüz şu andakiyle hemen hemen aynı, ağzınızda bir pipo, kitapçılarda dolaşıyorsunuz.
Emre Kongar Evet. Sigarayı bırakmaya çalışıyordum. Nihayet 10 gündür sigara içmiyorum. 1980'den bugüne ancak bırakabildim.
A.Ç. Mark Twain'in sözü gibi mi?
E.K. Doğru. "Sigara bırakmak dünyanın en kolay işidir, ben her gün bırakıyorum", değil mi?
62.     Sigara istatistikleri ortalamalardan genelden söz eder. Ama bir de epidemiyolojinin yer, kişi ve zaman özellikleri var. Evet, sigara öldürür ama bazen de hayat kurtarır: Örn.: 1948’de Norveç’te düşen bir uçakta, sigara içilmeyen bölümünde oturan tüm yolcular öldü. Sigara tiryakisi olan Bertrand Russell, kurtuldu (Selçuk Altun, Kitap İçin-3’ten).
63.    “Halk Sağlığı İçin-13”'deki Madde: 57’de 1970-80’lerde özellikle biz erkeklerin halk sağlıkçı da olsak ağır sigara içicisi olduğumuzdan isim vererek söz etmiştim.
2000’li yıllarda interaktif eğitim modeline geçme çabasındaki Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Eğitimi Ana Bilim Dalı’nı yaşama geçirdi ve öğretim üyelerine de farklı içerik ve uzunlukta (2 tane iki günlük, bir tane 15 günlük olmak üzere üç adet) ‘Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme’ Kursları da açtı. Bu kurslarda soru hazırlama ve değerlendirmede “geçmesine izin verilecek en kötü öğrencinin mutlaka bilmesi gereken bilgi, beceri veya davranış yeterliliğine (soruya) karar vermek” de anlatılmıştı.
Ben bir yandan da, üniversitemizin her fakülte ve yüksekokulunu gezen; ön sıralarını hocaların doldurduğu “Sigarasız Üniversite” panellerinin daimi panelisti olarak konuşmamı “6 Şapkalı Düşünme Tekniği İle Sigara Bırakmaya Karar Verme” başlıklı bir sunumla yapıyordum. Nedendir bilmiyorum, öğrenciler de bu panellere çok ilgiliydiler. O dönem Tıp Fakültesi öğrencilerine sigara konulu bir kaç ders veren arkadaşım Doç. Dr. İlker Belek’le öğle yemeğinde sohbet ederken hangimizdi unuttum; şu soruyu sordu ve tartıştık: “Sigara içen tıp öğrencisini mezun etmeli miyiz?”. Çünkü bilgi başkaydı, beceri başka… O aralar ben de sigarayı kaçıncı kez bilmiyorum, yaşlanınca (Yaşım o sıralar 49’du) tekrar başlamayı tasarlayarak; tekrar bırakmış durumda idim.
Öğretim üyelerinin ve hali vakti yerinde hekim ve öğrencilerin alakart yemek de yediği yandaki çay salonunda devam eden sohbete başka katılanlar da olmuş ve sohbet, bırakın tıp fakültesi öğrencisinin sigara içmesini; “satranç ile yüzme bilmeyen üniversiteliyi mezun etmeli miyiz?”e kadar uzamıştı.
O zamandan beri ve 55 yaşımda sürpriz biçimde gelişen nedenlerle beş yıl evvel sigaraya tekrar başladığım zamana denk gelen sigara ve tütün kullanımına getirilen yasaklarla ilgili çeviri yasa ve yönetmeliklerden sonra sigara konusunu daha çok sever oldum.
Bu arada aklıma, önlerinden bir ‘afeti devran’ geçen biri 80’inde, diğeri 70’inde iki erkek arkadaştan 80 yaşındakinin genç arkadaşına söyledikleri geldi: “Ahh, şimdi senin yaşında olacaktım”. Yaşlılık konusunu da bir ara yazmak gerekJ
Sigara içmeyenler pek bilmez ve hafife alırlar; açıkça söylemeliyim ki sigarayı herkes bırakamaz. Bir insanın sigarayı kesin olarak bıraktığından emin olabilmek için ölümüne kadar beklemek gerekir. Sigara, DSÖ’nün sağlık tanımındaki “ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik hali”nin önemli bir göstergesidir. Sosyal yönden iyi olmama hali ve kişiye özel kimi acılar (karasevda, yakınını kaybetme, yakınlarında, kendisinde ve ülkesindeki kimi onulmaz ruhsal ve bedensel hastalıklar vb.) (kişinin ve ailenin) ruhsal iyilik haline olumsuz etki yapar. Kim ne söylerse söylesin kimilerimiz için en iyi arkadaş hâlâ sigaradır.
Ve son olarak askere gitmeyene, çocuğu olmayana, 50-60’lı yaşlara gelmeyene ve karasevdaya düşmeyene sigara bırakma dersi ve panelinde görev ver(dir)memek gerekir.
64.    Tıbbın diğer bilimlere katkıları:
“Jean Bernard Léon Foucault (18 Eylül 1819 – 11 Şubat 1868), Fransız fizikçi. Kendi icadı olan Foucault sarkacı (Dünya'nın kendi çevresinde dönmesinin etkisini gösteren bir düzenek) ve jiroskop araçlarıyla tanınır. Ayrıca ışık hızının ilk hassas ölçümlerinden birini gerçekleştirmiş (bulduğu değer bugün kabul edilen değerin %99,4'üne eşittir) ve Foucault akımları denen elektromanyetik fenomeni keşfetmiştir. Ay yüzeyindeki Foucault krateri, ismini bu fizikçiden alır.
Optik, elektromagnetizma, fotoğrafçılık ve başka birçok dalda, zamanının en ünlü araştırmacılarından biri olan Leon Foucault, Parisli bir yayımcının oğluydu. 10 yaşındayken babası öldü ve Foucault'yu annesi büyüttü. İyi bir öğrenci olmamasına karşılık, bilimsel yeteneğinin iyi bir cerrah olmasına yeteceğini düşünen annesi, Foucault 13 yaşına bastığında, onu bu konuda eğitecek bir özel öğretmen tuttu. Ne var ki Foucault, kan görmeye ve acı çeken insanlarla karşılaşmaya dayanamıyordu. Bu yüzden cerrah olmadı; tıp okulunda bir mikroskobik anatomi uzmanı olan Dr. Donne ile tanışınca ışık ve optik konularıyla ilgilenmeye başladı.
65.    Tartışma konusu:
ABD’deki halk sağlığı uzmanı (halk sağlıkçısı) sayısının Türkiye’dekinin altı katı olmasının nedenleri (ABD’de yaklaşık 12.500 kişiye bir iken TC’de yaklaşık 50.000 kişiye bir (1994'deki bir doktora çalışmasına göre 500 tıpta uzman toplam 1000 halk sağlıkçımız var idi. 2011'de sayıları 74 olan tıp fakültemizin kaçında halk sağlığı ana bilim dalı var ve bunların kaçı uzmanlık öğrencisi alıyor bilmiyorum. 2012'de bunlardan 50'sinde halk sağlığı anabilim dalı olduğunu ve uzmanlık öğrencisi alabilecek kadar eski olduğunu saptamıştım. Uzmanlık, doktara ve masterler dahil bu bilim dallarından yılda 50-60 civarında halk sağlıkçı çıksa 2014 yılı sonunda yaklaşık 1500 halk sağlıkçımız olduğu düşünülebilir, ki ABD rakamından 4 kat daha düşük bir orandır) (bkz. http://www.apha.org/about/membership/).
66.    1971 Haziranında Hacettepe Tıp Fakültesi birinci sınıf (hazırlık) öğrencisi iken bizlere Amerikan üniversiteleri ve Johns Hopkins Tıp Fakültesi (The Johns Hopkins University School of Medicine) ile ilgili filmli bir tanıtım yapılmıştı. John Hopkins Tıp Fakültesi’nin A.B.D’nin lisans düzeyinde eğitim veren ilk karma tıp fakültesi (1889’deki hastane açılışından dört yıl sonra) ve Halk Sağlığı Okulu’nun (Scool of Public Health) da (1916) A.B.D’nin ilk halk sağlığı okulu olduğunu o yıllarda da bugüne kadar da bilmiyordum, ama hiç unutmadığım bir şey var: Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu’nun Sağlık Hukuk ile ilgili bir eğitim programı vardı (bkz. http://www.jhsph.edu/research/centers-and-institutes/center-for-law-and-the-publics-health/). Başka hangi konularda diploma ve eğitim programları var, hiç merak edeniniz oldu mu?
67.    Halk sağlığı anabilim dalları araştırma görevlilerine seminer konusu: ABD’de lisans öncesi, lisans ve lisansüstü halk sağlığı eğitimi konuları, eğitim programları (kabul ettiği öğrenci çeşidi ) ve halk sağlığının alt (yan) bilim ve (yeni) uzmanlık alanları.
68.    Bilindiği gibi 30 Mart 2014 tarihinde yerel (belediye) seçimleri var. Aşağıda olduğu gibi Dünya Sağlık Örgütü dokümanlarında listelendiği gibi belediye hizmetlerinin çoğu halk sağlığının çevre sağlığı alanına ait veya ilgilendiren hizmetler. Bir belediye başkanı seçerken sizi dört yıl ve hatta yaptığı yatırım ve aldığı kararlarla sizin ve ailenizin ve de doğmamış kuşakların yaşamını ve haklarını ilgilendiren bir seçim yapıyoruz. Ve, Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. 
Çevre Sağlığının Temel Konuları
1.     Atık Yönetimi ve Toprak Kirliliği
2.     Besin Niteliği ve Güvenliği               
3.     Çevre Sağlığı Politikaları                                                
4.     Çalışanların Sağlığı
5.     Çevre Sağlığı Yönetimi                                                   
6.     Enerji
7.     Gürültü Denetimi               
8.     Hava Niteliği       
9.     İnsan Ekolojisi ve Yerleşimleri
10. İyonlaştırıcı ve İyonlaştırıcı Olmayan Işınım (radyasyon)
11. Kaza ve Yaralanma Denetimi                                                       
12. Su Niteliği
13. Tarım
14. Taşımacılık Yönetimi ve Korunması                                                                                         
15. Toprak Kullanımı Tasarlaması     
16. Turizm ve dinlenme-eğlenme-spor etkinlikleri                                                                           
17. Vektör Denetimi
69.    Halk sağlığı uzmanları arasında eylemli (CHP’de) siyaset yapan benim bildiğim bir tek Uğur Cilasun var. Belediye Hizmetlerinde görev alan bildiğim tek halk sağlığı uzmanı ise Ferruh Yavuz var (Bir dönem Çankaya Belediye’sinde çalıştığını biliyorum). Mesleğin bu alanında da bilgi fakiriyiz. Bilindiği üzere en azından doçent ve profesör kademesinin siyaset yasağı yok. Ha, profesör deyince, bir de Akdeniz Üniversitesi eski rektörü genel cerrahi profesörü Dr. Mustafa Akaydın CHP’den Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı seçilince Antalya Belediye Başkan Yardımcısı olan aynı üniversiteden çalışma arkadaşım ve kardeşim halk sağlığı Profesörü Dr. Mehmet Aktekin var. Bilmem şimdi hangi görev(ler)de(ler)?

13.02.2014

27 Ocak 2014 Pazartesi

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 013 (Valiyi Koruma Özel)

Uz. Dr. Tanju Topçu
HALK SAĞLIĞI İÇİN… 013 (Valiyi Koruma Özel)
1 Ocak 1893 tarihinde dünyaya gelen Uz. Dr. Behçet Uz’un; 11 Ocak 2011 tarihinde kaybettiğimiz sevgili Hocamız Prof. Dr. Doğan Benli ve 28.01.2012 tarihinde kaybettiğimiz Uz. Dr. M. Tanju Topçu’nun değerli anılarına”
Umur Gürsoy
Arkadan soldan üçüncü Nusret Fişek, yanındaki Doğan Benli. Sağdan  üçüncü Nevzat Eren, birinci Vural Bertan; iş arkadaşları ile (Çubuk Barajı, Temmuz 1976)(Kaynak: http://galeri.fisek.org.tr/main.php?g2_itemId=11434 adresine 27.01.2014 tarihli erişim)
56.    Ben, 1969 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’ne 1970 Eylülünde başladım. O yıllarda Hacettepe’nin sanırım bütün fakültelerini kazanan öğrencilerden İngilizce ve Türkçe muafiyet sınavlarında başarılı olamayanlar, ilk bir yıl süresince haftada 40 saat İngilizce (Amerikan İngilizcesi) Hazırlık ve haftada 5 saat Türkçe (Anlayarak Okuma) Dersi alırlardı. Lisede yabancı dil dersim Fransızca olduğu ve Türkçe (Türk Dili ve Edebiyatı) dersinde iyi notlarım iyi olmasına rağmen Türkçe muafiyet sınavında 100 üzerinden 70 üzerinde not alamadığım için hem İngilizce hem de Türkçe (Anlayarak Okuma) hazırlık dersini almaya başladım. Düşünüyorum da ne güzel bir kurgu imiş. Kendi dilini iyi bilmeyen öğrencinin yabancı dili öğrenmesi ve kullanması ne kadar anlamsız olurdu. Türkçe dersimiz haftada iki gün salı ve perşembe günleri öğleden sonra İngilizce sınıflarını bulunduğu binada değil Hacettepe Çocuk Hastanesinin Samanpazarı (yokuşun sağındaki) yönündeki park ve teknik tamir atölyelerinin yukarısındaki sanırım Beytepe Kampüsüne taşınmadan önceki (sağlık bilimleri dışındaki) fakültelerin (Fen-Edebiyat vb.) bulunduğu; ilk yıllarda altında öğrenci yemekhanesinin olduğu binada olurdu. 60 kişilik sınıflardan, Allah her ikisine de uzun ve sağlıklı ömür versin; benim sınıfımın birinci yarıyıl öğretmenimiz yazar ve eğitmen Oya Adalı, ikinci yarıyıl ise şair-yazar ve eğitimci Haluk Aker’di. Zira bu dersin eğitim kurgusu böyleydi. Öğrencinin iki öğretmenden de yararlanması ve değişik durumlara alışması amaçlanmıştı. Yılda bir kez de, okuduğumuz bir kitabın özetini öğretmenin önceki ve sonraki iki sınıfının birleşmiş haline (yarısını tanımadığımız 120 kişiye) 10-15 dakikalık bir sunumla iki sınıfa sunuyorduk (Ben Fikret Otyam’ın Gide Gide röportaj serisinden Ak Altının Ağaları ve Oy Fırat Asi Fırat’ı özetleyip anlatmıştım). Bu dersin ve dersteki eğitim yöntemlerinin benim gelecek yaşamımdaki toplum önünde konuşma, okuma zevkimin gelişmesi ve yazı yazmanın püf noktaları konularında da çok büyük etkisi olmuştur. Türkçe sınıflarına hepsi de 12 Eylül Darbe yönetimince kapatılan Türk Dil Kurumu üyesi, dönemin ünlü yazar ve hocaları (benim yukarıda adını verdiğim ve hatırladıklarımdan Adnan Binyazar, Emin Özdemir vb. gibi hepsi de Türkiye’nin önemli dil bilimcileri, edebiyatçıları ve yazarları) giriyordu. 12 Eylül Darbesinden sonra bu Türkçe dersi, “solcu öğrenci yetiştiriliyor” diye kaldırıldı.
1978 Eylülünde son (altıncı) sınıfta (on ay) Kayseri’ye Tıp Fakültesi Hastanesi’nde intern (son sınıf) doktor olarak çalışmaya gidinceye kadar Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’nin bütün sınıfları Ankara’da Hacettepe Sıhhiye Kampüsü’nde okurdu. Bizimle birlikte ilk kez 1978 Haziranında 3. ve 4. Sınıflar da Kayseri’ye yollandı. Her sınıfta 40 kişiden Kayseri’ye gidenler yaklaşık 120 kişi olmuştuk. İngilizce hazırlık sınıfından sonra FKB (Fizik-Kimya-Biyoloji) okunan 2. Sınıfta (Dönem I), Birinci yarıyıl haftada beş saat okutulan Organik Kimya dersinden bütün sınav haklarımda da geçemeyince sınıfta kaldım bir yıl beklediğim için (o zaman borçlu geçilemiyordu; şimdi nasıl bilmem) tıbbiyeyi 8 yılda bitirdim. 1979 yılı Mart ya da Nisan ayına (Kayseri Üniversitesi kurulup Kayseri’deki bütün fakülte ve yüksek okullar mal ve öğrenci varlığı ile yeni üniversiteye devredilinceye) kadar öğrenci kimliğimde Hacettepe Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Fakültesi 6. Sınıf öğrencisi yazdı). 12 Eylülden sonraki tıp ve uzmanlık eğitimi aldığım üniversitelerim dağlara taşındı; Kayseri, Erciyes; Bursa, Uludağ Üniversitesi oldu.
57.    Benim zamanımda Hacettepe Tıp Fakültesi lisans (biyoloji) ve lisansüstü (tıp doktorluğu) eğitiminden oluşuyordu (o zaman Hacettepe Tıbbın ilk üç yılını bitirince biyoloji lisans diploması almaya hak ediyordunuz. Birçok arkadaşım bu diplomayla yaz tatillerinde, bir stajı da yakarak dört aylık kısa dönem askerlik yaptılar). Tanju Topçu, 1977 yılında beşinci sınıfta (Dönem IV) 2,5 aylık toplum hekimliği stajımızda yatılı gittiğimiz Kazan Eğitim ve Araştırma Sağlık Bölgesi’nin köy sağlık ocaklarından birinde (köyün-sağlık ocağının adını şimdi anımsayamıyorum) toplum hekimliği asistanı olarak sağlık ocağı hekimliği yapıyordu (1980 yılında halk sağlığı uzmanı olmuş). Sahada hastaya ve çevreye müdahale ve iyileştirme ile ilgili ilk bilgileri ondan öğrendim. Halk sağlığında hocalarımdan sonra sigarası dahil ilk örnek aldığım kişidir. Tek fark, ben Bafra içerdim.
Örnek alınan kişilerin her davranışı doğru olmayabilir. Tanju Ağabey’in çalışma masasındaki kalemliğin yanında devamlı üst üste dizilmiş beş paket filtresiz Birinci sigarası dururdu. Akciğer Kanserinden ölene dek markasını bilmiyorum, ama masasında sanırım yine sigara paketleri vardı.
O yıllarda kadınlarda daha az olmakla birlikte hekimler ve (biz) halk sağlıkçısı erkekler çok ve ağır sigara içicisiydik. Hoca ve ağabey hocalarımdan bildiklerim; Rahmi Dirican, Nevzat Eren, Necati Dedeoğlu, Remzi Aygün, Çağatay Güler, Hamdi Aytekin, Bülent Piyal ve ben sigara (Hikmet Pekcan ise pipo) içiyorduk. Halk sağlığı ve sigara konusuna 9 Şubat Dünya Sigara Bırakma Günü’ne ilgisi nedeniyle Şubat 2014 yazımızda daha ayrıntıda değineceğim.
58.    Doğan Benli derslerimize girmezdi. Zira o Etimesgut Eğitim ve Araştırma Grubu Başkanı idi. Sadece stajın başladığı gün Ankara’dan Etimesgut’a gidince bir ziyaretimizde kısa bir konuşma yapardı. Onu sadece J. N. Lanoix ve M. L. Roy’dan çevirdiği “Sağlık Teknisyeni’nin El Kitabı” kitabından tanırdım. Kitapta Etimesgut Bölgesindeki bir sağlık memurunun uzun süreli klorlama yapmak için bulduğu birbirine bağlı sayısı ve büyüklüğü ihtiyaca göre arttırılabilen içinde Kireç kaymağı ana solüsyonu bulunan bidonlardan oluşan düzenekten de söz ederdi. Bu özellikle dağın tepesindeki çıkılması zor bölgelerdeki köy içme suyu depolarını klorlanmasında depodaki çözeltinin basıncıyla bir ay tıkanmadan damlatmayı sürdürebilen bir düzenek ileriki yıllardaki o zamanki sağlık ocağı hekimliklerim(iz)de çok işime yara(r)dı. Doğan Hoca ile yaşantımda bir de asistanlık öncesi tayin sürecimde görüştüm ve biraz daha tanıdım.
Hacettepe Halk Sağlığı’nın mezuniyetimizden hemen sonra açtığı asistanlık sınavında yedi kişi alınacaktı. Başvuran yedi kişi içinde ben ve Bülent Piyal de vardı. Benim Kayseri’den, Bülent’in de Hacettepe’den (resmi olmasa da) devrimci, solcu eylem sicilimiz vardı. Sonuçta 12 Eylülde hepsi de halk sağlığı asistanlığını bırakıp başka uzmanlık alanlarına giden 4 arkadaşımız dışında sınavı kazanan olmadı. Bülent’le ikimize sınavda 70 puanın üzerinde not alamadığımız söylendi. Asistanlık sınavı sorularından birisi “Doğuştan yaşam süresi nasıl hesaplanır?”dı. Bilseydim kapınıza kul olmaya gelmezdim misali bugün de bilmem, zira bugüne değin meslek yaşantımda doğuştan yaşam süresi hesabı hiç gerek olmadığı gibi hesaplama için gereken doğru ve güvenilir de Türkiye’de hiçbir zaman oluşmadı.
Hacettepe’den boyumuzun ölçüsünü alınca bölümden ayrılmadan son kez uğradığım Nevzat (Eren) Hoca’ya “Hacettepe’den sonra Türkiye’de en iyi halk sağlığı hocası nerede?” diye sordum. Bursa’da Rahmi var, dedi. Ankara’da okuyan bir Bursalı (İnegöl) olarak hiç Bursa Tıp fakültesine gitmemiştim, Rahmi Dirican’a gittim. Rahmi Hoca: “Seni tanımıyoruz, biz Gemlik’i yeni sosyalleştirdik; Doğan Benli bakanlıkta Sosyalleştirme Daire Başkanı. Benim selamım söyle seni bizim sağlık ocaklarından birisine atasın; seni tanıyalım” dedi.
O yıllarda Ankara Garı ile Ulaştırma Bakanlığı ve Hipodrom arasında (Beşevler’e yakın) olan Ankara Otogarındaydı ve Bursa otobüsünden çok erken inmiştim. Yürüyerek Ulus’daki şimdi ticari hayatına son veren Akman Pastahanesi’nin nefis sandviçlerinden yiyip yürüyerek Sıhhiye’ye Sağlık Bakanlığı Binasına vardığımda saat 07.30 civarındaydı. Sosyalleştirme Daire Başkanlığı koridoruna gittim; banklardan birine oturduğum anda tuvaletten ellerini bir küçük havluya kurulayarak Doğan Benli çıktı. Daire başkanı o saatte mesaiye başlamıştı bile. Yüreğimi bir gurur kapladı; biz işte böyle hocaların öğrencisiyiz, diye. Ayağa kalktım ve kendimi tanıştırdım, Makamına geçtik, Rahmi Hocanın selamını söyledim ve isteğimi bildirdim. Arkasındaki her sağlık ocağının bulunduğu yerin bir ışıklı ampul ile gösterildiği Türkiye haritasına döndü ve seni Engürücük Sağlık Ocağı’na tayin edelim, dedi. Gemlik’i dahi görmemiştim ki, köylerinin nerede olduğunu bileyim. Böylece bir sağlık ocağını lambası da kırmızıdan yeşile döndü.
Altı ay "Gemlik'e doğru denizi göreceksin şaşırma" tabelasının hemen alt yamacında Gemlik’e altı km uzaklıktaki Engürücük Sağlık Ocağında çalışıp, iki kez sahte raporlarla askerlikten kaçtıktan sonra bölüm asistanlık sınavı açtı. Benim dışımda bir de Erzurum tıp mezunu bir arkadaş sınava girdi, ben ona göre daha şanslıydım.
Bugün eğer halk sağlığı anabilim dalları nitelikli ve halk sağlığını halk sağlığı için yapan uzman ve akademisyen kadrosu sıkıntısı (!) neden çekiyor sorusunun yanıtı yukarıdaki Doğan ve Rahmi Hocalarımızın yazılı olmayan ilkelerinde kayıtlıdır: Uzmanlık ve akademisyenlik öğrencini yolda ve işte tanırsın.
59.    Suriye’deki iç savaş nedeniyle kapımıza dayanan Suriye’li sığınmacıların 30 Aralık 2013 itibarıyla sayısı, resmi açıklamalara göre 660 bin civarında. Bunların yaklaşık 450 bini kampların dışında ve günlük insani ihtiyaçları ve sağlık hizmetlerini AFAD'ın (Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) koordinasyonuyla sağlanmaktaymış   (bkz. https://www.afad.gov.tr/TR/HaberDetay.aspx?IcerikID=2668&ID=12).
Suriye’deki durumun Türkiye’ye bütüncü maliyeti konusu yıllık ve toplam olarak bir gün çalışılır elbet.
Sizlerle paylaşmak istediğim konu sağlık alanında bulaşıcı hastalıklarla ilgili maliyetler hakkında fikir ve zikir verecek bir konu. İstanbul ve Ankara’daki büyüklerimiz bilmez, ama içinde yaşadığım ve halen Merkez İlçesi’nin bulaşıcı hastalıklar ve bağışıklama biriminden sorumlu olduğum Osmaniye, Suriyeliler kaynaklı Polio ve Kızamık vakaları nedeniyle önemli bağışıklama ve sürveyans çalışmaları yapılan 11 ilimiz arasında. Bu illerin birisi de Adana.
5 Ocak Adana’nın, 7 Ocak da Osmaniye’nin düşman işgalinden kurtuluşunun 92. Yıldönümü. Her iki ilin de valisi ve vali yardımcıları var. Adana’nınki vatandaşa ‘Gavat’ demekle, ismi listede olmayan vatandaş ve gazileri kurtuluş töreninde tören alanına almamakla ve 31 koruma ile gezmekle ünlü. Geçtiğimiz 5 Ocak’ta Adana Gar’ının önündeki meydanda yapıldığı için trenden indiğimde Adana’nın Kurtuluş Günü törendeki duruma ben de şahit oldum. Alanın merkezine en az 100 metre yarıçapındaki bir barikatlarla çevrili bir çember oluşturmuştu. Vali Çoş, neredeyse 1 metre ara ile törene arkasını dönmüş polisler, barikatlar ve çift yönlü bulvarın trafiğe kapanmasıyla ve vatandaş katılımı olmadan çoşkusuz bir Kurtuluş Töreni kutlanmasına neden oluyordu (bkz. http://www.ensonhaber.com/adanada-vali-cos-gerginligi-2014-01-05.html).
Osmaniye’de ise durum farklı değildi. Çalıştığım Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) törenin yapıldığı Atatürk heykelinin bulunduğu alana bakıyor. İki hafta önce tüm Osmaniye’nin İlçe Merkezindeki yaklaşık 27 bin çocuğun polio mop-up (sil-süpür) aşılanması için 420 kişiden oluşan 80 aşı ve denetim ekibi için 50’ye yakın sayıda motorlu araç giriş çıkışı nedeniyle tüm yazışmalarımıza ve görüşmelerimize rağmen TSM’nin emniyet ve 7 katlı İşhanı ile ortak kullandığı park yeri boşaltılmasını sağlayamamış ve bunun için güvenlik güçlerinden hiçbir yardım alamamıştık. Ama, 7 Ocak Kurtuluş töreni nedeniyle park yeri tamamen boşaltıldı ve ana cadde üzerindeki yakın göbekli kavşak öğle saatlerine kadar dört yönlü trafiğe kapatıldı.
Bizim vali yardımcısı, arabasını, sürekli aynı zamanda valilik lojmanı arkasına da gelen bizim TSM park yerine, güvenlik kamerasının önündeki alana koyarmış. Koyarken de sabah erken gelen hizmetlilere “Benim arabanın önüne, arkasına kimse park etmesin, ben devamlı plaka değiştiriyorum, arabaya bomba konabilir, kimse kameranın önüne araba koymasın” dermiş. Vali yardımcısının arabasını park ettiği TSM’nin de bulunduğu işhanının park alanı bir apartman sitesi girişi gibi en fazla 15-20 araba alıyor. İşhanında en az 200-300 kişi çalışıyor. Bir o kadar da girip çıkan. Bomba konma olasılığı bu kadar yüksek olan bir aracı neden kamera var diye bizim park alanına koyuyorsun, sayın vali yardımcısı.
Neticede işin içine valiyi sokmazsanız başta aşı ile koruma olmak üzere bu ülkede her türlü koruma zorlaşıyor.
60.    Bilmem haberiniz oldu mu; 1968 yılında ağırlıklı olarak öğretmenlerin bulunduğu 17 kişi tarafından kurulan ve halen Başkanlığını E. Rıza Güzey’in yaptığı Türkiye Halk Sağlığı Derneği diye bir derneğimiz var (bkz. http://www.thsd.org.tr/). Dernek Türkiye’de halk sağlığı alanında çalışmaya başlayan ilk dernekmiş. Derneğin her yıl dağıttığı Halk Sağlığı Ödülleri bu yıl (2013) da 19.12.2013 akşamı İstanbul Deniz Müzesi’nde gerçekleştirilen törenle sahiplerini bulmuş (bkz. http://www.thsd.org.tr/kazananlar-listesi/): Ödül grupları ve ödüle hak kazananlar ve kazanma nedenleri şöyle:
1. ÖZEL ÖDÜL
Halk sağlığı konusunda yıllardır özveriyle çalışan kişi ve kurumlar
DR. MUSTAFA TOPAL
Ülkemizde halk sağlığına, koruyucu sağlık hizmetleri konusunda 600 milyon dozdan fazla aşı ile destek oldu. Bu aşılar 1960’lı yıllarda doğan hemen herkese uygulandı ve halen de uygulanmaya devam etmektedir.
2. GENEL SAĞLIK
Genel sağlık alanında toplumu bilinçlendirecek ve dikkat çekecek çalışmalar
MERCK SERONO / BAŞINIZA GELMEDEN
Diğer kanser türleri karşısında Türkiye’de bilinirliği daha düşük olan baş ve boyun kanserlerine dair farkındalık yaratmak amacıyla “Başınıza Gelmeden” kampanyası oluşturulmuştur. Kampanya ile kamuoyunda konuyla ilgili önemli bir bilinirlik ve farkındalık sağlanmıştır.
3. ÇEVRE
Halk sağlığını iyileştirme yolunda gerçekleştirilmiş çevre dostu projeler
EMBARQ / BIKELAB İSTANBUL
Proje kapsamında, çağımızın halen en çevre dostu ulaşım araçlarından biri olan bisikletin, trafik ve çevre sorunu olan metropollerde kullanımının artırılmasını sağlayan faaliyetler gerçekleştirilmektedir.
4. DÜŞÜNSEL GELİŞİM ve EĞİTİM
Halk sağlığına düşünsel gelişim ve eğitim aracılığıyla katkıda bulunan kurumlar
NESİN VAKFI
Nesin Vakfı; sağlıklı bir gelecek yolunda, eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli, özverili, kendini sürekli geliştiren, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamak için çalışmaktadır.
5. SANATSAL ETKİNLİKLER
Sağlıklı nesiller yetişmesinde büyük öneme sahip olan sanatın yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar
EKREM ATAER HALK KOROSU
2005 yılında sanatçı Ekrem Ataer tarafından kurulan Türkiye’nin en büyük halk korosu, 2010 yılından beri Şişli Belediyesi bünyesinde çalışmalarını sürdürmektedir. Koro, salt müzik çalışmalarının yanında, ülke gündemine duyarlı ve gündem üzerine konserler veren bir sivil toplum sesi olarak faaliyet göstermektedir.
6. SAĞLIK İÇİN SPOR
Halk sağlığı için spor yapılmasının teşvik edilmesi ve kitlelerin bilinçlendirilmesine yönelik projeler
NAİLİ MORAN ATLETİZM EĞİTİMİ VAKFI / BEBESTAD
Bebestad Atletizm Oyunları, çocuklara “Atletizm Oyunu” oynama zevkini verdmek için projelendirilmiştir. Atletizmi, çocuklar için çekici bir faaliyet halini getiren, onları oyun ortamında buluşturacak ve fiziksel güç olarak her çocuğun erişebileceği seviyede temel spor becerileriyle donatılmış takım oyunları hazırlamaktadır.
7. SAĞLIKLI YAPILAR ve ŞEHİRCİLİK
Evimiz ve yaşadığımız kentin sağlıklı tasarlanmasına yönelik çalışmalar
ESKİŞEHİR BELEDİYESİ
Eskişehir’in parkları, müzeleri, sanayi kuruluşları ve sanatla iç içe olmasının yanında sağlık, ulaşım, eğitim gibi temel yaşam kalitesi çok yüksek seviyededir. Bir zamanların orta ölçekli Anadolu şehri iken bugünkü haline kavuşmasının arkasında müthiş bir başarı öyküsü vardır.
8. İŞ GÜVENLİĞİ ve İŞÇİ SAĞLIĞI
Daha sağlıklı bir toplum yolunda iş ve işçi güvenliğini sağlamaya yönelik projeler
İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ PROFESYONELLERİ DERNEĞİ (İSAG)
İSAG, bugün itibariyle 35.153 iş güvenliği uzmanı ve 7.000’e yaklaşan işyeri hekimi ile birlikte, sektöre yeni başlayan, bu yıl sayısı 50.000’i bulacak, tüm İSG profesyonelinin ellerinden tutarak, mesleki tecrübesi olan bilim insanlarıyla bilim köprüsü kurmayı amaçlamaktadır
9. GIDA ve BESLENME
Yetersiz ve sağlıksız beslenmeye karşı yapılan bilgilendirme çalışmaları
BRISA / LASSA “YOLA SAĞLAM ÇIK” PROJESİ
Proje kapsamında; görevli beslenme uzmanı ve spor eğitmenleriyle, Mayıs ve Haziran aylarında 45 farklı nokta arasında 7.616 km yol yapılarak ulaşılan yaklaşık 2.500 uzun yol şoförüne, beslenme ve sporun emniyetli sürüşe etkileri konusunda bilgi verip önerilerde bulunulmuştur.
10. ANNE ve ÇOCUK SAĞLIĞI
Halk sağlığının temel unsurları olan anne ve çocukların sağlıklarını korumaya yönelik çalışmalar
LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR SAĞLIK VE EĞİTİM VAKFI (LÖSEV)
LÖSEV’de sosyal güvencesi olmayan ya da lösemi gibi zor bir tedaviyi karşılayamayacak kadar yoksul olan sayıları 15.000’i aşan lösemi hastası çocuğa tamamen ücretsiz tedavi ve eğitim hizmetleri verilmekte, ailelerine ise maddi yardımlar ve psikolojik destek sağlanmaktadır.  
11. KADIN SAĞLIĞI
Kadınların toplumda hem fiziksel, hem de sosyal açıdan daha sağlıklı olabilmeleri yolunda oluşturulan projeler
HÜRRİYET GAZETESİ / AİLE İÇİ ŞİDDETE SON KAMPANYASI
Aile İçi Şiddete Son Kampanyası, 2004 yılında aile içinde yaşanan şiddet konusunda farkındalık yaratmak ve çözümlenmesine katkıda bulunmak amacıyla, sosyal sorumluluk projesi olarak başladı. Özel ekler, kitapçıklar, broşürler, afişler yayınlandı ve reklam kampanyaları gerçekleştirildi. Acil Yardım Hattı oluşturularak, bugüne kadar 37.000 çağrıya cevap verildi. Aile içi şiddete karşı önemli bir farkındalık oluşturuldu.
12. YAŞLI SAĞLIĞI
Yaşlılarımızın daha rahat ve sağlıklı bir yaşlılık dönemi geçirmelerini amaçlayan çalışmalar
KASEV / YAŞLI SAĞLIĞI ÇALIŞMALARI
KASEV bünyesinde, 130 yaşlımıza, 60 kişi en iyi şekilde hizmet vermektedir. Yatalak, yatağa bağımlı, felçli, hastane sonrası bakım gerektiren, alzheimer ve parkinsonlu ihtiyaç sahibi yaşlılar için de tıbbi bakım hizmeti verilmektedir.
13. ENGELLİ SAĞLIĞI
Hayatın önündeki engelleri kaldırmak üzerine yola çıkan kurumlar
YAPI KREDİ / ENGELSİZ BANKACILIK
Engellileri toplumun bir parçası olarak sosyal hayata daha çok katabilmek için sorumluluk alarak, bankacılık sektöründe bir ilki temsil eden Engelsiz Bankacılık Programı ile engellilerin bankacılık hizmeti alırken yaşadıkları sıkıntıları en aza indirmek amacıyla Görme Engellilere Yönelik Engelsiz POS, ATM, Yazıyı Sese Çeviren Teknoloji, Ortopedik Engellilere Yönelik Engelsiz ATM gibi farklı uygulamalar başlatılmıştır.
14. HAYVAN DOSTLARIMIZ
Halk sağlığını bütünsel bir kavram olarak görüp hayvanların sağlığını da önemseyen projeler
ŞİŞLİ BELEDİYESİ / SENİN İÇİN BOZUK PARA BENİM İÇİN SICAK YUVA
Proje kapsamında Şişli Belediyesi; sokakları paylaştığımız kedi ve köpeklerin barınma sorunlarına dikkat çekmek ve sokak hayvanlarına yardım eli uzatmak için “Çare Sensin! Satın Alma, Sahiplen!” sloganıyla Şişli semtini kedi-köpek evleri ve Hayvan Dostu Kumbaralarla donatmaktadır.
Teşekkürler Türkiye Halk Sağlığı Derneği.
2014’e yüklü başladık, affola.

27.01.2014