20 Eylül 2013 Cuma

Ah Şu Hakem(-li, -SİZ) Dergiler (1)

"Tembel Türk Dil Kurumu'na göre Amatör, "Bir işi para kazanmak için değil, yalnız zevki için yapan, hevesli, meraklı (kimse), profesyonel karşıtı." demek. Kıymetli meslekdaşım Dr. Mehmet Emin Kakan'ın 'bilim profesyonelleri', 'bilim amatörleri' ve  'Bilimsel (hakemli) Yayın' konusu ile ilgili "Ah Şu Hakem(-li, -SİZ) Dergiler (1)" başlıklı çok hoş ve bilgilendirici denemesini sizlerle paylaşmaktan mutluyum. Yayın izni için kendisine teşekkür ederim. Yazının gelecek bölümlerini de kendisinden bekliyor ve yayınlamayı ümit ediyorum" (U.G.)
19 Eylül 2013, 21:29
Şu anda düşündüğüm, Dr. Umur Gürsoy'un "HakemSİZ Özdergi"sidir.
Çoğunluk konuya aşinadır ama aşina olmayanlar için hakemli dergi nedir önce bunu açıklamak lazım.
Hakemli dergi denilen şey genellikle bilimsel addedilmiş camianın yayın ortaya koymak için yazı/makale vs gönderdikleri dergidir. Özelliği bir hakem kurulunun olmasıdır. Bu dergilere makale gönderecek yazarlar o derginin yazılı olarak dile getirdiği kıstaslara uymak mecburiyetindedirler. O kıstaslara uygun kaleme alınmış makaleler dergi editörüne gönderildikten ve editör ön kontrolünden geçtikten sonra hakemlerin her birine doldurmaları gereken bir formla gene editör tarafından iletilir. Hakemler, (kaba tabirle) bir sürü profesör unvanlı kişiden oluşur. Her hakem kendine gönderilen makaleyi okur ve doldurması gereken standart hakem formunu doldurur. Bu hakem formunda yer alan maddelerin her biri (mesela) 100 üstünden, 10 üstünden veya 5 üstünden puanlanır. Her hakem makaleyi okuyup standart formu da gerektiği şekilde doldurduktan sonra bu formu doğrudan editör veya sekreteryaya gönderir. O makaleyle ilgili karar vermesi gereken hakemlerin her birinin, o makaleyle ilgili doldurduğu formlar değerlendirilir ve yazarın o makalesinin her maddeden aldığı puan ortalaması ayrı ayrı hesaplanır. Dergi kriterine göre (toplamda) geçer puan alan makale, o hakemli dergide yayınlanma hakkını elde eder. Belirlenen sayıda da yayınlanır.
Hakemli dergide makalesi yayınlanan yazar belli bir puan elde eder. Ne kadar çok makale yazılırsa o kadar da çok puan elde edilir. Bu puanlar doktor, doçent, profesör kadrolarına atanacak olan kişilerin o kadro kriterlerinin bir kısmını yerine getirmesine yarar. Bir de akademik kaygı taşımayan puan kolleksiyoncusu muhteremler vardır. Bu muhteremler "insan ve bilim camiası"na gerçekten faydalıdırlar fakat o puan kolleksiyoncusu yazarlar bu yazı kapsamı dışındadırlar. Onları sever ve her daim hürmetle ellerinden öperim. Çünkü onlar bilimin amatör gönüllü profesyonelleridir. Hatta bunların hatırı sayılır bir kısmı orijinal kitaplar yazarlar, birinci dereceden referans kaynak olurlar ve puan getirisini hiç hesaplamazlar. Onlardan şu anda hayatta olmayanlardan birisi şu bizim meşhur "Behçet"tir: Hulusi Behçet...  Hemen konumuza dönelim: Türkiye'de bu puanlar yerli ve yabancı dergiler için ayrı ayrı kategorize edilir. Gavur hakemli dergilerinde makaleniz yayınlanacak olursa daha çok puan alırsınız, yerli dergilerde yayınlanacak olursa yarısı kadar filan puan alırsınız. Bu kategorizasyona göre bizim dergilerimiz daima daha düşük puan getirici dergilerdir. Çünkü "gavurlarınki kadar muteber değildir" zihniyeti hakimdir. Bazı gavur dergilerinde Türk hakemlerin yer alıyor oluşu o hakem "hoca" için iyi bir sivi (CV) yani özgeçmiş kriteridir. Bütün bunlar kimilerine göre iyi, kimilerine göre kötüdür. Ama ortada acı bir gerçek vardır: bu acı gerçek neredeyse her üniversitenin kendine ait veya ihaleyle baskı yaptırdığı bir matbaası ve o üniversitenin de belli bazı fakültelerine ait "Fakülte Dergileri"nin oluşudur. (Niçin acı olsun ki, bunun olması lazım diye düşündüğünüzü görür gibiyim. Ben de aslında öyle düşünüyorum. Düşünüyorum da bazı perdelerin kalktığına şahit olduğum bazı olaylar bu düşüncemi sorgulamama sebep oluyor.)
Bu fakülte dergileri de belli bir hakem kuruluna sahiptir ve hakemli dergi kriterlerini "en azından" kağıt üstünde taşırlar. (Aman dikkat buyurula, bu yazdıklarım "bütün" fakülte hakemli dergilerini kapsamaz. Zira cidden güzel yayın yapan fakülte dergileri de vardır, olacaktır.) Haliyle burada yayınlanan makaleler de yerli makale kategorisine girer. Buralarda eğer makaleniz yayınlanacak olursa gene belli bir puanı alırsınız. Bu sebeple de Türk bilim camiasının insanları yerli dergilerde makale yayınlamakta pek sıkıntı çekmezler. Çünkü neredeyse her yazdıkları kendi fakülte dergilerinde basılır ve bir sürü puan biriktirilir. İş gavur dergilerine gelince işte bu iş biraz zor olur. Bir kere gavurca bilmek gerekir. Sonra o gavurcayla Türkçe dahi becerilemeyen malum meramı gavurcayla "düp-düzgün/düm-düzgün/düm-düz" anlatmak gerekir. Bu düzümler aslında zordur. Sonra bu muteber addedilmiş gavur dergilerinin hakem kurulundan makale geçişi sanki biraz daha zor gibidir. Zira muteber gavur bilim adamları tıpkı ceplerindeki parayı harcarken çok cimri olmaları gibi makale puanlarken de cimridirler.
Neyse... Hakemli dergi dediğimiz şey, şakalar bir tarafa çok ciddi bir şeydir. Bu ciddilik işi bazen kaka eder.
Nasıl mı?
Şöyle:
Mesela bütün dünyanın Amerika merkezli antisigara makaleler yayımladığı bir devirde siz eğer bir Türk olarak deneyler yapıp, bu deney sonuçlarına göre de "yahu bu sigara aslında o kadar da antipatik değilmiş" derseniz, geçtik makalenin yayımını, hiç bir Amerika gavuru hakemli dergisi sizin bu makalenizi değerlendirme kapsamına bile almaz. Çünkü bilim demek bu gözle bakıldığında "yargı" demektir. Yargıya aykırı hareket kusurlu harekettir. Kusurlu hareket de hakem tarafından kırmızı kart demektir. Bu gavur oyununda sarı kart asla olmaz. :)
İş gördüğünüz gibi uzuyor...
Galiba bu yazı "yazı dizisi" olacak.
Devamını daha sonra 2. yazı olarak yazacağım.
Bu birinci yazıya şöyle son vereyim:
Dr. Umur Gürsoy ağabeyimin blog sayfasındaki "HakemSİZ Dergi" başlığı çok güzel düşünülmüş mükemmel bir başlık olduğu "imaj"ını bıraktı beynimde bir yerlerde.
Umur ağabeyi candan tebrik ederim.
Başlık ve bir yazı içeriğiyle ilgili düşündüklerimi ikinci yazıda detaylandırmaya çalışacağım.
Muhabbetle.
Mehmet Emin Kakan

Antalya, 19 Eylül 2013, 21.26

13 Eylül 2013 Cuma

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 009

HALK SAĞLIĞI İÇİN… 009
Umur Gürsoy
“İlk kez 1968’de Fransa’da başlayan öğrenci olayları ile dünyaya yayılan, tutucu ve baskıcı yönetimlere karşı barış, özgürlük ve sosyalizm yanlısı 68 kuşağına izafeten sonradan sadece Türkiye’ye özgü 78’liler denilen ve -Tarihi inkâr edilmiş, yok sayılmış, "yasaklanmış" “yitik” bir kuşağa karşı yapılan- 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 33. yıldönümü.”
78liler Kimdir?
Tarihi inkâr edilmiş, yok sayılmış, "yasaklanmış" bir kuşağız biz!
70'li yıllarda on sekiz, yirmi yaşlarını yaşayan, çoğunlukla üniversite öğrencisi gençlerdik…
Hiç dinlenmedik.
Hiç anlaşılmadık…
12 Eylül'ün Bilançosu
En sonunda darbe yaptılar. Üzerimize tankları gönderdiler.
Sürek avı başlattılar!
Sadece Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı verilere göre:
- 650 bin kişiyi gözaltına aldılar, 650 bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar. 
- Emir-komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla, 98.404 kişi askeri mahkemelerde yargıladılar;
- İşkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle, 21.764 kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler;
- 7.000 kişi hakkında idam istediler; 517 kişiye idam cezası verdiler; 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı, 50 kişiyi astılar;
- 29 bin kişi vatandaşlıktan çıkardılar;
- 14 bin kişiye yurda dön çağrısı yaptılar ve akabinde hemen hepsini vatandaşlıktan çıkardılar;
- 388 bin kişiye pasaport vermediler.
- 1 milyon 863 bin kişiyi fişlediler. Sadece fişlenenlerin değil, çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
- Bu süre zarfında 14 kişiyi cezaevlerindeki açlık grevlerinde, 16 kişiyi kaçarken, 17 kişiyi çatışmalarda öldürdüler.
1974-80 döneminde 5000’in üzerinde kişinin öldürüldüğünü, binlerce kişinin yaralandığını, yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlara katarsak, 78 kuşağının verdiği kaybın, ödediği bedelin, yaşadığı linçin boyutları hakkında herhalde kaba bir fikir edinmiş oluruz…
Darbe Ertesinde 78'liler
Bir kısmımız 80 öncesi faşist saldırılarla yok edilmiş, sakat bırakılmış ya da pasifize edilerek siyasi sürecin dışına atılmıştık. Bir kısmımız 80 sonrasında sokaklarda, işkencelerde ve cezaevlerinde yok edilmiştik. Cezaevlerinden salıverildikten sonra ise bize karşı ömür boyu toplumsal ve siyasal hayattan silme politikası güdülmüş, tasfiyeye ve yok olmaya yatırılmıştık.
Kimimiz 80'li yılların ortalarında ve sonlarında, büyük çoğunluğumuz 90'lı yılların başlarında üç yıl, beş yıl, on yıl yatarak mahkûmiyetimizi bitirdik ve salıverildik.
Artık "özgür"dük!
Öylesine özgürdük ki, üstümüzde insanlık onuruyla bağdaşmayan alçakça bir "Demokles kılıcı" sallanıyordu. Anti-demokratik Türk Ceza Yasasını ihlal eden ve bir günlük dahi olsa bir mahkûmiyet cezasını gerektiren herhangi bir sözümüz ya da fiilimiz karşılığında, kalan onlarca yıllık mahkûmiyet cezamızı yatmak zorunda kalacaktık.
Bizleri cezaevlerinden salıvermişlerdi ama Ceza İnfaz Yasası'nın tehdidi altında "şantaj altında özgür köleler" haline sokmuşlardı. Adeta bir ömür boyu tepki vermemeye, sessizliğe ve suskunluğa mahkûm etmişlerdi.
İnfaz Yasası ile bizi güya özgür bırakırken mahkûm olduğumuz ve yattığımız uzun mahkûmiyet cezalarına ek olarak, Türk Ceza Yasasının 31. ve 33. maddelerini uygulayarak tüm siyasi ve kamu haklarımızı yasaklamışlardı.
"Yitik kuşak" edebiyatının gerçek hayattaki manası buydu; yaşarken yok sayılmak! Faşizmin egemen olduğu, devrimcilerin yenildiği tüm ülkelerde; yenenler ne yapmışsa, bizde de o yapılmıştı…
Y.N.: 12 Eylül, içeri düşmemiş veya fişlenmemiş benim gibi hekimlerin gelecek hayallerine de; halen farklı biçimlerde devam eden “uzmanlık öncesi 2, sonrası 2; toplam 4 yıl zorunlu hizmet” koydu.
35. 22 Temmuz 2012 tarihli Bugün Gazetesi’ndeki habere göre “Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sabahat Tezcan, uzun yıllardan beri Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) doğum ve ölüm oranlarının aylara göre analizlerini yaptıklarını belirtti. Ramazan’da doğumlarda ve ölümlerde herhangi bir artışın veya azalmanın görülmediğine dikkat çeken Tezcan, “Ramazan ayının önceki ve sonraki aylara göre hiçbir farkı yok.” demiş.
Bu açıklamaya neden olan incelemenin yöntemini bilen, mutlaka vardır. Nüfusunun yaklaşık %30’unun yaşadığı köy ve beldelerden ölüm sayısı toplayamayan bir ülkenin ölüm analizleri daima % 30’luk bir şüphe taşır (Güya 1998’de köy ve beldelerde ölüm sayısı ve nedenleri toplanmaya başladı, ama 2102 verilerinin kullanıldığı TÜİK istatistik yıllıkları hâlâ sadece il ve ilçe merkezlerine ait. bkz. TÜİK Ölüm İstatistikleri İl ve İlçe Merkezleri-2008, s.26).
Büyük kentlerde ve üniversite kampüslerinden, mahalle camilerinden yükselen salâ(h)lar ve belediye hoparlörlerinden edilen ölüm ilanları duyulmaz. Ben, Osmaniye’de Ramazanda ve Ramazan Bayramından sonra normalden fazla salâ duydum.
TUİK’in, 2009 yılından itibaren toplamaya başladığı ölüm nedeni istatistikleri tüm il ve ilçe merkezleri ile hekimi olan tüm yerleşim yerlerinde, hekimler tarafından görülen ölüm vakalarını kapsıyor. Ölüm nedeni istatistikleri ilk kez, Temmuz 2013 tarihinde basılan TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2012 s.116’da yayımlandı, ama hâlâ 2009 yılına aitler.

Not: Tablodaki veriler Osmaniye Belediyesi’nin http://www.osmaniye-bld.gov.tr/index.php/tr/hizmetler/cenaze-ilanlari adresinde yayımlanan “Ölüm İlanları” sayfasına yapılan 10. Eylül tarihli erişim verilerinden, 0-14 yaş ölümleri çıkarılması ile yapılmıştır. Taşrada ulaşabildiğim ve ortalamanın içinde kaybedilmemiş tek şeffaf veri kaynağım budur. Ramazan ayı Temmuz ayının 9’unda başlayıp Ağustos ayının 7’sinde bittiği için (oruçlu gün sayısı 30 gün) diğer ayların verileri de ayın 9’u ile sonraki ayın 7’si arasındaki 30 günlük ölümlerden 0-14 yaş ölümlerin çıkarılması ile karşılaştırılmıştır. Osmaniye’de Mayıs ayına giren dönemde 2, Haziran ayında 4, Temmuz (Ramazan) ayında 8 adet yaşı bilinmeyen ölüm, 14 yaş üzeri olarak değerlendirilmiştir. Osmaniye İl Merkezinde incelenen aylar gündüz sıcaklık ortalamaları tablo: 2’dedir.
Tablo: 2- Osmaniye İli Uzun Yıllar Sıcaklık Ortalamaları (1960-2012)
OSMANIYE
Ocak
Şubat
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran
Temmuz
Ağustos
Eylül
Ekim
Kasım
Aralık
Ortalama Sıcaklık (°C)
8,4
9,6
12,5
16,8
21.0
25,2
27,9
28,4
25,3
20,5
13,7
9,6
Ortalama En Yüksek Sıcaklık (°C)
14,5
15,6
18,7
23,2
27,5
31.4
33.5
34.2
32.0
28.0
21,1
15,8
Ortalama En Düşük Sıcaklık (°C)
3,3
4,2
6,8
10,7
14,6
18,7
22,4
23,0
19,2
14,3
7,9
4,7
Ortalamalardan nefret ederim; zira azınlıktakileri, minimum ve maksimum değerleri göstermez ve güneşin doğuşundan batıncaya kadar gözlenen yüksek sıcaklıkları ve etkilerini yaşanmamış gösterirler. Oysa insanlar işlerine güneşin henüz yüksekte olduğu günün en sıcak saatlerinde gider-gelir ve çalışırlar. Bu yıl Osmaniye’de sözünü ettiğim çalışma saatlerinde gölgede sıcaklık hiçbir zaman 36 dereceden az ve hissedilen sıcaklık da 40 dereceden az olmadı.
Sonuçta, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü yaklaşık her 9 yılda bir farklı mevsime kayan Ramazan ayı ve üç aylar dâhil oruç döneminin günlerin sıcak ve uzun olduğu 3 ay süren yaz mevsimine denk geldiği yıllar verilerini; oruç tutması (sunnîlerde) dinen zorunlu olmayan yaş grubu ölümlerini (0-14 Yaş) ayıklamış mıdır? Referans veya kontrol grubu yapılabilmiş midir? Yoksa oruca bağlı ölüm artışları vardır da; Ramazan’da (özellikle taşrada) hayat durduğu için toplumun Ramazan ayı ritüelleri nedeniyle (çoğu mümin çalışanın yıllık iznini Ramazan ayında kullanmasına bağlı trafikte geçen sürenin azalmasının getirdiği trafik kazaları, iş kazaları, denize girme, vb. gibi (bias-taraf tutma) etkenlerine (bkz. http://uvt.ulakbim.gov.tr/tip/sempozyum6/akan.pdf) bağlı oruç tutmayanlarına da yansıyan ülke ölüm sayısındaki göreceli azalma; ramazana bağlı ölüm artışlarını (kaç yanlış bir doğruyu) götürmekte(mi)dir? “Ramazan ayının önceki ve sonraki aylara göre hiçbir farkı yok.”luğu hangi bölgeler, iller ve sosyo-ekonomik durumdakiler için geçerlidir? Örn. Karadeniz’e göre çok daha sıcak olan Akdeniz Bölgesi için; yazları sıcak ve kurak geçen Güneydoğu Anadolu Bölgesi için durum nedir? İnceleme yayınlanmış mıdır? Nerede?  
Ne zaman Türkiye’yi temsil eden iyi tasarlanmış (bilimsel) bir sözel otopsi araştırmasında “Rahmetli oruç tutar mıydı?” soruları yaratılır; o zaman Ramazan’ın oruç ve hastalıklardaki payını tartışabilirim.
Not: Çok sevdiğim Sabahat Hocamdan, Çernobil sonrası ölümleri için de “uzun yıllardan beri Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) doğum ve ölüm oranlarının aylara göre analizlerini” ve böyle benzer bir açıklamayı yapmalarını bekliyor ve talep ediyorum.
36. Osmaniye AÇSAP’daki hapsızlık ve RİA’sızlık devam ediyor. Geçen gün gebelik testinin sonucunun artı olduğunu öğrenen bir kadının ağlıyarak AÇSAP’tan ayrıldığını söylediler. Hemşiranıma, “Niye ağlattın kadını?” diye takılayım dedim;  “Beş çocuğu varmış ve eşi korunuyormuş.” dedi. Ağlayan kadın geçen ay RİA taktırmaya gelip geri dönmek zorunda kalmış.
Kadirli’de tüketilemeyeceği geç anlaşılan; son kullanma tarihi bitimine on gün kalmış yaklaşık 100 adet RİA, bizim Merkez’e getirilmiş. Hemşiranım “İki günü hafta sonuna gidiyor, isteyen olsa bile ben 8 günde bu kadar çok RİA takamam, RİA’lar heba olacak!” diye dertleniyordu. Bir RİA takma odamız ve hali hazırda RİA takma eğitimi almış sertifikalı olup da yıllık izinde olmayan sadece bir hemşiranımımız var. Anlaşılan bu yıl Osmaniye Merkez’inde Recep, Tayyip ve Ramazan isimli epeyce bebek doğacak.
37. Osmaniye’nin tek verem savaş dispanseri hekim(liği)ne bir aylık vekaletim sırasında her iki hekimi de yıllık izinde olduğu için aynı zamanda AÇSAP Merkezi’nin hemşireleri ve hastaları için de danışmanlık yaptım:
AÇSAP hemşirelerimizin yönlendirmesiyle kapımı tıklatarak odama giren ve emekli öğretmen olduğunu söyleyen benden biraz daha yaşlı bir bey “Evlenme muayeneleri sırasında oğlumun nişanlısında Talasemi çıkmış, bu talasemi nedir, bana bilgi verir misiniz?” dedi. Ben de, izin verirseniz bilgisayara soralım, deyip Wikipedia’daki Talassemi maddesini açtım ve ekrandan özetleyerek okuyup anlattım. Eşlerden biri taşıyıcı ise çocuklarda % 50 taşıyıcılık olur, dedim. Şu baktığın sayfanın bana bir kopyasını verebilir misin? dedi. Olur, deyip: Tanıyı kesinleştirin ve kararı gençlere bırakın, dedim. Adam elimi sıkıp çıkarken yüzüme bakarak “Bilmem aşırat evliliğini bilir misiniz”, dedi “Kızı istemişiz, nişanlamışız, düğün hazırlıklarına başlamışız; bizde düğünden dönmek zordur; doktor bey!”. % 50 taşıyıcılığa razı gibiydi; sıkıntılı; odadan çıktı.
Sahi yıllardır 1930’ların Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndaki maddelere göre, 1931 tarihli “Evlenme Muayenesi Hakkında Nizamname” ile yönetilen evlenme sağlığı işlerinin çağcıl bir yönetmeliğe ihtiyacı sizce de acilen yok mu?
38. Hekim yazıları ve yerli tıpta yapılan kuralsız kısaltmalar uzun zamandır ilgimi çekiyor (Ne çekmiyor ki?). Çünkü her türlü yazılı tıp metinleri, uzun bir liste oluşturan hekimlik ve sağlık (ilgili) meslekleri üyelerinin kendileri ve hasta veya sağlam hekimlik mesleği (tıp) hizmetlerinden yararlananlar arasındaki tıp dilinin yazılı ve sözlü iletişim aracı. Tıp dili ve yazısı deyince Roland Barthes ve göstergebilim geliyor. Tıp kısaltmaları da bu dilin ve tıp göstergebiliminin kullandığı gösterge(gösteren)lerden biri.
Yaklaşık 20 yıldır meslek yaşamım Osmaniye Çukurova’sında geçti, geçiyor. Özellikle 1988-1998 arası İskenderun ve Osmaniye’de özel bir tıbbi tahlil laboratuvarı işlettiğim bir on yıla ek, bir aydır vekâleten yaptığım verem savaş dispanseri hekimliğimde; çoğunluğu Çukurova ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakülteleri mezunu hekimlerin yazdığı tıp metinleri ile karşılaştım. Zaten Çukurova Üniversitesi (Ç.Ü.) Tıp Fakültesi 1972 yılında Atatürk Üniversitesine bağlı olarak kurulmuş.  Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri başlangıçta Hacettepe Tıp Fakültesi’nde öğrenim görmüşler. Dolayısıyla Çukurova Tıp Fakültesi ekol olarak Amerikan (Hacettepe) ve Alman ekollerinin bir karışımıdır (Ç.Ü.’nin kurucu fakültesi ziraat fakültesidir ve 15 yıl rektörlük yapan kurucu rektörü Mithat Özsan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi kökenlidir. Ankara Üniversitesi benim tıbbiyeyi bitirdiğim yıllarda henüz Alman ekolünü izliyordu). Resmî adındaki Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nden dolayı; Çukurova ve çevresindeki illerde Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin adı Balcalı’dır. Son on yıl öncesine kadar Adana, K. Maraş, Hatay ve Mersin illerinin tek tıp fakültesi hastanesi konumundaki Balcalı’nın hekimlerinin hastalarına yazdığı reçete, epikriz ve tetkik istemlerindeki kullandıkları kısaltmaları yıllardır gözlüyorum. Bu gözleme doğal olarak yıllarca okuduğum Hacettepe (Kayseri Erciyes) ve uzmanlık aldığım Bursa (Uludağ) Tıp Fakülteleri uzmanları ve hoca muhiti de dâhil. 
Genelde tıp göstergebiliminin konusu olan tıp kısaltmaları ve hekim yazılı metinlerini (ve hekimlik mesleği bilimindeki üsttenci sözlü iletişimi) ileriki yazılarımda daha ayrıntılı ele alacağım, ama çok yakında başıma gelen taze bir örneği unutmadan aktarayım:
Balgamda ARB (+) olan ve bilgisayar çıktısı epikrizinde DM+HT+KAH+Pnemoni? ön tanılarına ilave bir de akciğer tüberkülozu tanısı alan bir hasta; ilaçlarının DGT alınması için Balcalı Göğüs Hastalıkları servisinden dispanserimize gönderilmişti. Epikrizine göre, Balcalı’ya başvurusunda hastanın ND şikâyeti varmış. Hasta halen yatalakmış ve dispansere muayeneye gelemiyor. Epikrizini vb. bize getiren hastanın eşi pek te yaşlı değildi, ama hafıza faktörü ve yeti yitimleri nedeniyle eşinin başlangıç şikâyetinin (ND) ne olduğunu söylemedi. Bu durumda ND yakınmasının ne demek olduğunu bilemedik. Balcalı’nın göğüs hastalıkları servisini aradık, ND’nin Nefes Darlığı’nın kısaltması olduğu anlaşıldı. Kısaltmanın yarattığı iletişimsizlik, zaman kaybı ve nedensellik ne mantığa ne de etiğe sığar. Bu durum, Balcalı’daki hocanın veya onun adına işlem yapan asistan ya da uzman hekimin kendini dünya tıbbının merkezinde gördüğünün (üsttenci) sizce de göstergesi değil mi?
Daha önceki Akdeniz Üniversitesi hekimleri kısaltmalarından biliyorum: DM=Diyabet Mellutus, HT=Hipertansiyon, KAH=Koroner Arter Hastalığı demek. Peki ARB? Bence bu daha ulusal ve eski bir kısaltma=Aside Rezistan Bakteri demek. Osmanlı İngilizcesi; Osmanlizce diyebileceğimiz bu kısaltmanın açılımı ne mutlu bir tesadüftür ki, aynı zamanda beynelmilel bir kısaltmanın da açılımıdır= Acid Resistant BacteriaJ. DGT’yi de siz bulunJ.[1]
12 Eylül 2012


[1] Doğrudan Gözetimli Tedavi